FLAŞ HABER:
Ana Sayfa Gündem 28 Temmuz 2020 561 Görüntüleme

Çeviri: Usta ve Margarita

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları için yaptığım Usta ve Margarita çevirisi Nisan başında okurlarla buluştu. Bu benim kitaplaşan altıncı çevirim. Ve bu altı çeviri içinde en çok keyif aldığım Usta ve Margarita oldu.
Rusya’da ya da dünyanın başka bir yerinde okura on dokuzuncu yüzyılda yazılmış en büyük Rus romanı hangisidir, diye sorsanız epey farklı cevaplar almanız muhtemeldir. Kimi Savaş ve Barış diyecek, kimi Anna Karenina, kimi de tercihini Suç ve Ceza ya da Karamazov Kardeşler’den yana kullanacaktır. Hatta cevaplar arasında Ölü Canlar ve hatta Yevgeni Onegin de olacaktır. Ama soruyu yirminci yüzyılda yazılmış en büyük Rus romanı hangisidir, şeklinde değiştirirseniz, ezici bir çoğunluk Usta ve Margarita cevabını verecektir. Biraz da bu sebepten ötürü, yirminci yüzyıl Rusya tarihine, kültürüne ve sanatına meraklı bir çevirmen olarak böylesine önemli bir yapıtın Türkçe okurla buluşmasına aracılık etmiş olmak benim için büyük mutluluk.
Ne var ki, Usta ve Margarita yazarın diğer yapıtlarına göre zaman zaman okurun özümsemekte zorlandığı bir roman, en azından Türkçede. Goodreads’de, Twitter’da, forumlarda ve kişisel bloglarda buna şahitlik eden çok sayıda yorum bulmak mümkün. Kimi okur kurguyu kavramakta zorlanırken, kimilerinin de karakterleri ve detayları anlamlandırmakta güçlük çektiği görülüyor.
Örneğin, fantezi edebiyat temalı bir forumda bir okurun 302-bis numaralı binanın bina komitesi başkanı Nikanor İvanoviç Bosoy’un rüyasını bir yere oturtmakta zorlandığını yazdığını (ki içerdiği olağanüstü gerilimle favori bölümlerimden biridir), ve yine örneğin, kalın bir sanat dergisinin yayın yönetmeni ve yazarlar birliğinin başkanı ile genç şairin diyaloğuyla açılan romanın ilk sayfalarından öteye bir türlü geçemediğini bildiren yorumlara rastladığımı hatırlıyorum.
Açık konuşmak gerekirse bunu pek yadırgamıyorum. Çünkü tüm bu kesitleri hakkıyla anlamlandırabilmek için okurun “Sovyetler Birliği’nde bir edebi eser hangi yollardan geçerek basılırdı, bir tiyatro oyunu nasıl sahne izni koparırdı?”, “İnsanlar başlarını sokacak bir konutu nasıl bulurdu?”, “Basit giyim-kuşam ve yeme-içme ihtiyaçlarını nasıl giderirdi?” gibi sorular üzerine hiç değilse asgari bir fikir sahibi olması gerek. Bulgakov tecrübemiz yazısında da belirtmiştim, bizde genel olarak bu asgari temelin olup olmadığı biraz şüpheli. Buna romanın ana hatlarını besleyen Faust ve Yeni Ahit gibi iki büyük esere Türkçe okurun nispeten yabancı oluşunu da ilave etmek lazım. Kısacası okurun işi kolay değil.
Ama Mihail Bulgakov’un romanını “çözülmesi gereken bir tarihi detaylar ve göndermeler toplamına” indirgemek de doğru değil. Karşımızda Rus ve dünya edebiyat gelenekleri ile kurduğu sağlam köprülerle, ele aldığı ebedi insanlık problemleriyle, zengin kurgusu ve keskin mizahıyla ve okura sunduğu doyumsuz semiyotik kokteylle dört başı mamur bir başyapıt var. Romandaki seslere, müziğe, renk skalasına, metaforlara, belirsizliklerin kullanılışına (örneğin dört harflilere, yani adları açıkça söylenmese de hep orada olanlara) dikkat eden okur hiç kuşkusuz bu özenin ödülünü alacaktır.
Üç isme teşekkür etmek istiyorum. Eşim Valentina Yılmaz iki yıl boyunca romanı benimle birlikte baştan sona okuma ve satır satır tartışma zahmetine katlandı, ki bu tartışmalar artçı sarsıntılar misali hala devam etmekte. Çevirinin Rusça redaksiyonunu Polina Antonova üstlendi. Antonova’nın okur sezgisi olmadan bu çeviri mümkün olmazdı. Kitabın editörlüğünü Gamze Varım yaptı. İsabetli vurguları ve eleştirileri çeviriyi epey derleyip toparladı. Doğrudan redaksiyon sürecinin içinde olmasalar da Korhan Korbek ve Koray Karasulu da dışarıdan destek verdiler. Hepsine teşekkür ederim.
Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Ama illa ki, gözden kaçmış noktalar, okurun kaşını kaldıran tercihler olabilir. Üşenmeyip paylaşmak ya da bir merakını gidermek isteyen olursa e-posta adresim: mustafayilmaz@outlook.com

Tema Tasarım | Osgaka.com