FLAŞ HABER:
Ana Sayfa Gündem 14 Temmuz 2020 756 Görüntüleme

Bulgakov tecrübemiz

(İlk kez eganba.com’da çıkan bu yazımı ufak tefek bazı değişikliklerle birlikte tekrar yayımlıyorum.)

Vladimir Mayakovski, 1928’de yazdığı ve gelecekte geçen piyesi Tahtakurusu’nda, “Ölü Kelimeler Sözlüğü”nün B harfi kısmında anar Bulgakov adını.
Bundan yıllar evvel Ankara sahaflarında Tahtakurusu’nun 1966 tarihli Türkçe baskısını arayışımı hatırlıyorum: “Yok!”, “Hiç duymadım.”, “Mayakovski piyes de mi yazmış?”… İşittiklerim bunlardan ibaretti.
Hiç şüphe yok ki, zaman Tahtakurusu’nun kendisini belirsizliğin içine iterek Mayakovski’nin yargısını boşa çıkardı: Hem yazarların memleketinde, hem de dünyada ve Türkiye’de. Mayakovski’nin yapıtları, çeviri problemleri ile köklü siyasi iklim değişikliklerinin meydana getirdiği cendereye takılırken Bulgakov’un popülaritesi aldı başını gitti.
Ama bu kolay olmadı. Her şeyden evvel, Türkçe okurun tercihlerine etki eden ön yargılar nedeniyle. Geriye dönüp baktığımızda, Bulgakov ile ilk tanışmamızın 1968’e tarihlendiğini görüyoruz. Sonra Perestroyka’ya kadar süren bir sessizlik (Milliyet gazetesinin internet üzerinden erişilebilen arşivinde 1973 ve 1986 yılları arasında Bulgakov’un adını içeren tek bir kültür-sanat haberi ya da kitap duyurusu yok örneğin). Ardından, 2000’lere gelindiğinde doğrudan Rus dilinden yapılan çeviriler dönemi, tercüme baharı.
Söz konusu ön yargılar, açık ki yazarın Sovyet gerçekliğine bakışından ve bu bakışın başka bir dünya hayaliyle mest olmuş okur ve aydın kitlesinin beklentileriyle çelişmesinden kaynaklanıyor. Mihail Bulgakov’un bizzat bedeniyle tecrübe ettiği evrene, iki bin kilometre ötedeki Türk aydınından farklı baktığı şüphesiz. 1920’lerin ilk yarısında yolu Petrograd’a düşen Nȃzım Hikmet’in Ermitaj’ın önünde rastladığı upuzun ziyaretçi kuyruğunu hayranlıkla medeniyete yorması geliyor aklıma. Bulgakov ise aynı yıllarda Şarik’in ağzına bambaşka bir sosyal duruma işaret eden, “Sırayı bozmasanıza, o… çocukları!” ünleyişini konduracaktır.
Ancak Hikmet’in bir konuda hakkını vermek gerek: Dul eşi Vera Tulyakova’nın aktardığına göre, şairimiz 1950’lerin sonunda Sovyetler Birliği’nde Bulgakov yapıtlarının üzerindeki yasağın kalkması için çaba gösteren sanatçılardan. Bu çabalar yarım yamalak da olsa 1960’ların ikinci yarısında sonuç verecek ancak ne yazık ki Hikmet’in ömrü bunu görmeye yetmeyecektir.
Kendi Bulgakov hikâyem de bu tabloya uygun. Yazarın adının üzerinden lanetli “Sovyet karşıtı” damgasını silmem Rusça öğrenmeye başlamamdan sonra oldu. Buzu ilk kıran bir hocamın değerlendirmesiydi. Sonraki yıllarda Rus okurların sınırsız sevgi ve beğenisine bizzat şahit oldum. Ve bu sevginin ne kadar bulaşıcı olduğuna. Bir zamanlar çocukça bir dar kafalılıkla burun kıvırdığım yazarın yapıtlarını çevirmeye kadar vardı iş.
Bugüne kadar çoğu Bulgakov yapıtını Rusça asıllarından yapılan çevirilerle okuma fırsatı bulduk: Mazlum Beyhan, Ergin Altay, Sabri Gürses, Tuğba Bolat, Ferda Yaraş, Erdem Erinç, Süha Demirel, Gizem Şahin ve diğer çevirmenlerin Türkçelerinden okuduğumuz Usta ve Margarita, Köpek Kalbi, Şeytanname, Ölümcül Yumurtalar, Kol Manşetinde Notlar, Genç Bir Doktorun Anıları, Teatral Bir Roman, Son Günler (Puşkin) bunlardan bazıları. Diğer dillerden aktarılan Koşu ve Beyaz Muhafız gibi yapıtları da listeye eklemek gerek.
Peki geriye kalanlar? Türkçeye henüz kazandırılmamış başka hangi yapıtlar var?
İlk sırada yazarın 1920’lerin ilk yarısında tuttuğu ve 1990’larda Rusya’da Pod Pyatoy (Ayaklar altında) adıyla yayımlanan günlüğü geliyor. Yazarlık serüveninin önemli bir kısmını adadığı piyesler, birkaç istisna hariç, Türkçe okurun henüz ulaşamadıklarından. Mektupları da öyle. Bunlara muhakkak ki, yazar hakkında kaleme alınmış ayrıntılı biyografi ve incelemeleri ilave etmek gerek. Yapıtların arka planını oluşturan ortam ve olaylar hakkında Türkçe okurun bilgisi ne yazık ki üstünkörü. Bunda elbette aradaki seksen-doksan yıllık mesafenin rolü büyük, ve bu sürede Rusya’nın Türkçe okur için egzotik bir ada kadar uzak ve erişilmez oluşunun.
Söz konusu ortam ve olaylara Köpek Kalbi’nden bir örnek: Hikayede odalardan birine el koymak için Profesör Preobrajenski’nin dairesine gelen bina komitesi üyelerinden birinin üzerinde deri ceket/mont vardır: Okurun dikkatinden kolayca kaçabilecek bir ayrıntı. Halbuki dönemin en önemli sembollerinden birine, “deri ceketli” olgusuna kapı aralayan bir ayrıntıdır bu. Zira deri mont 1920’lerin gündelik bilincinde ve sanatında, Sovyet devlet güvenlik aygıtı mensuplarının, yani Çekistlerle komiserlerin alameti farikalarındandır.
Bunca detayın arasında Türkçe okurun bir Bulgakov yapıtını tümüyle kavraması, tüm göndermeleri yakalaması ne kadar olanaklı, bilmiyorum. Ama bu durumun yazarın sevilmesine, beğeniyle okunmasına engel teşkil etmediği de ortada.
Yine de Türkçe Bulgakov yayıncıları ve çevirmenlerine, hatta okurlarına düşen bazı görevlerden söz edilebilir.
Kanımca bunlardan ilki şu: 2010’lu yıllar itibariyle hiçbir yayıncı Bulgakov’un (ya da başka bir Rus yazarın) yapıtını Rusça dışında bir dilden çevirme, başka dillerden yapılmış eski çevirileri yeniden basma gayretine girmemeli. Okur da üstüne düşeni yaparak, tercihlerinde çevirinin hangi dilden yapıldığı konusunu dikkate almalı.
Yayıncılar çevirilere temel alınan baskıların adlarına Türkçe çevirilerde muhakkak yer vermeli. Bulgakov’un en önemli yapıtları, yazar hayatta iken gün ışığı görmedi. Bundan ötürü hemen hepsinin kendine has bir tekstoloji macerası var. Usta ve Margarita’nın altı farklı el yazması / daktilo versiyonu, üç basılı redaksiyonu mevcut. Köpek Kalbi’nin bugüne ulaşan daktilo versiyonu sayısı üç. Türkçe okurun, önündeki çeviride hangi Rusça baskının temel alındığını ve bunun gerekçesinin ne olduğunu bilmesinde hiç kuşkusuz fayda var.
Son olarak, tüm Bulgakov yapıtları, bir ansiklopedi misali dönemin sosyal ve siyasi atmosferine ışık tutan tonla ayrıntı ve gönderme barındırıyor. Çevirmenlerin ve redaktörlerin, gerekirse yayına hazırlık sürecini uzatmayı da göze alarak muhakkak bu ayrıntılar üzerinde kafa yorması, dipnotlara başvurarak açıklamalar getirmesi şart.
Yayıncı, çevirmen, okur, herkesin bir miktar dipnot ya da önsöz alerjisi vardır. Ama bunlar olmadan da Bulgakov okuma tecrübemiz eksik kalmaya mahkûm. Zira karşımızda yalnızca fantastik ve eğlenceli eserlere imza atan bir yazar değil, Sovyet evrenini madde madde sayfalara dökmüş bir ansiklopedist var.

Tema Tasarım | Osgaka.com