FLAŞ HABER:
Ana Sayfa Gündem 25 Ağustos 2020 838 Görüntüleme

Kitap: Uzayda Piknik

En son okuduğum kitap Arkadi ve Boris Strugatski kardeşlerin birlikte yazdığı Uzayda Piknik oldu. İthaki’nin bastığı anlatının çevirmeni Hazal Yalın.
Doğrusu, uzun süredir bilimkurgu almamıştım elime. Hatta hafızam yanıltmıyorsa kendi çevirdiğim 3 zuckerbrin için aşk’ın yazarı Pelevin’in birkaç kitabı hariç Rusça bilimkurgu okumamıştım. Buzu kırmak adına Strugatskiler iyi bir başlangıç oldu.
Anlatının orijinal adı Piknik na oboçine. Tam Türkçesi “Yol kenarında piknik”, ama yayıncının ve çevirmenin “Uzayda” tercihi de metnin içinde bir temele dayandığı için kabul edilebilir.
Yazarların durağan gibi görünen bir fikirden epey dinamik bir metin çıkardığını kabul etmek gerek. “Bölge” ve “stalker” muazzam buluşlar. Kendinden sonra gelenlere bu kadar ilham vermiş olmaları hiç de boşuna değil.
Çoğu kişinin bildiği gibi, anlatıdan uyarlanmış bir de film var: Andrey Tarkovski’nin 1979’da çektiği Stalker. Stalker’i ilk kez 90’ların sonunda izlemiştim. Ama aklımda kalanlar son derece bulanık. Hazır Uzayda Piknik’i okumuşken bir kere daha izleyeyim dedim. İyi ki de demişim.
Filmin senaryosu da Strugatskilere ait ama anlatının ve filmin apayrı eserler olduğunu söyleme cüretini göstereceğim. Sanki kardeşler kitabı tamamen unutmuş ve Tarkovski’nin isteğiyle her şeyi yeniden yazmış. Uyarlamalara ihtiyatla yaklaşan bilimkurgu severlerde ne kadar alerji uyandırsa da yönetmenin buna hakkı var.
Tarkovski’nin kurduğu Stalker – Bölge denklemi bambaşka. Kitapta Red Schuhart ne kadar sert, kinik ve işbilir bir karakterse filmdeki Stalker o kadar kırılgan, duyarlı ve çıkar gözetmeyen biri. Kendi deyimiyle bir “blajennıy” (nasıl çevirmeli Türkçeye bilmiyorum, belki “ermiş” demeli, ya da “mübarek”).
Film belirgin dini sembollerle bezeli. Dikenli taç, neredeyse vaftize eş değer bir suya girip çıkma sahnesi, birebir alıntılar. Kitaptan farklı olarak Stalker’in yanına bir adet bilim, bir adet de sanat temsilcisi koyması yönetmenin Stalker’i bir ruhani rehber, Bölge’yi de ruhani bir yolculuk olarak gördüğü düşüncesini destekliyor. Andrey Rublyov’da ele aldığı iktidar-sanatçı ilişkisinin yanı sıra iktidar-bilim ilişkisine eğildiğini düşündüren kısa kesitler mevcut. Filmin Sovyetler Birliği’nde çekildiği hatırlanırsa insan bazı düşüncelere dalmadan edemiyor. Sembolik anlatıları sevenlere tavsiye ederim. Birden fazla kere izlemeye kesinlikle değer.
Piknik’e dönecek olursak… İthaki’yi içtenlikle tebrik ediyorum. Strugatskilerin eserini doğrudan Rus dilinden çeviren, üstelik de bu işin altından hakkıyla kalkan birine teslim etmeleri takdire şayan. Ama söylemem lazım, çevirmenin adına kapakta yer vermemelerini yadırgadım. Çevirmenlerin de “poetikası” olduğuna göre, isimlerinin yeri yazarla birlikte ön kapak olmalı diye düşünüyorum, yoksa arka kapakta fiyat etiketinin yanı değil.
Kitaba konan Boris Strugatski’ye ait sonsöz muhteşem. Blogda defalarca işlediğim, Rus yazarların Sovyet rejiminden bunalmışlığı konusuyla fazlasıyla örtüşüyor. Hatta bir yerde Usta ve Margarita’daki “yalan söylemekten gözleri şaşılaşmış yayın kurulu sekreteri Lapşonnikova”yı hatırlamamak imkansız. Stalker’in senaryosunda bir yazara da yer vermelerinde acaba Strugatskilerin başına gelenlerin de rolü olmuş mudur? Düşünmeye değer.
Ama sonsözün Boris Strugatski’ye bırakılmasını ne kadar takdir ettiysem, sunuşun Theodore Sturgeon’a teslim edilmesini o kadar garipsedim. 2018 yılındayız. Rus edebiyatı ile ilişki kurarken artık İngilizcenin mihmandarlığına gerçekten ihtiyacımız var mı? Bence yok. İçeriği, sunuşu zenginleştirmek için yapılıyorsa eğer, Rusçada çok daha fazlası var. Düşünüşümüzü zenginleştirmek içinse de ana dili Türkçe olan insanlara sayfa açmaktan çekinmemeli.
Birkaç söz de çevirmen için. Hazal Yalın hangi kuşaktan, eğitimini nerede almış hiç fikrim yok. Ama Rusça orijinal metinle yapılan cüzi karşılaştırmalarla desteklenen bir okuma bende ne yaptığını bilen bir çevirmen olduğu izlenimi uyandırdı. Orijinal metni kavrayışı oldukça kuvvetli. Anlamda kırılma yok. Anlatıya asıl rengini veren norm dışı ifadeleri aktarma çabası başarılı.
Bununla birlikte yanılmıyorsam iki yerde geçen ve Türkçe bir romanından fırlamış gibi duran “gayme” kelimesini dikkat dağıtıcı buldum. “Pustışka” için bulunan “zamazingo” karşılığını da aynı şekilde. Doğru bir çeviri, ama yine de “zımbırtı” gibi alternatif bir karşılık, metnin akışı içinde daha mı kolay erirdi, diye düşünmeden edemiyorum. Ama takdir elbette çevirmenin.
Bir de Redrick Schuhart’ın kızının lakabına takıldım (s. 78). Rusyalılar çocuklarını bazen “martışka” diyerek sever. Ama bunun Türkçesi “şempanze” değil, “maymun” olsa gerek. Bir primat sever ve doğa tarihi meraklısı olarak söylemeden geçemeyeceğim.
Son olarak: aşağıdaki cümleyi okurken (s.84) ister istemez banyodan yeni çıkmış bir Afrikalı canlanıyor gözümde.
Halbuki orijinal metinde geçen “burnus” aslında bir Berberi kıyafeti. Refik Halit Karay’ın “O, çölde kırmızı burnusuna sarılıp at koşturan levent zâbit idi.” dediği “burnus” yani.
Ama bunlar “kadı kızı” hususlar. Çevirinin geneli çok başarılı ve güven verici. Başka bir kitap vesilesiyle söylemiştim, Rus dilinin özelliklerini muhafaza eden, karakterleri “Türkçe konuşturmak için” kasmayan, “filtresiz” çevirileri seviyorum. “Gayme” tercihi bir yana, Hazal Yalın’ın çevirisi de böyle bir çeviri.

Tema Tasarım | Osgaka.com