FLAŞ HABER:
Ana Sayfa Gündem 16 Ağustos 2022 215 Görüntüleme

BANA EMEK VEREN YAŞLILAR

Çocukluğumdan bu yana yaşlıları ve köy yaşamını çok severim. Fırsat buldukça ve imkanlarım elverdiği ölçüde doğa yürüyüşlerine gitmeye yakın çevremdeki yaşlıları, köyleri ziyaret etmeye gayret ederim.
Bizim çocukluğumuzda Mut da sadece Kale Ortaokulu, Mut Lisesi, Endüstri Meslek Lisesi ve bir de Kız Sanat Okulu vardı. O yüzden Sağlık Meslek Lisesini yatılı olarak Mut dışında okudum. Uzaklığı ve o günkü imkanlar nedeni ile sadece yaz tatili ve on beş tatil de Mut’a gelebiliyordum. O on beş gün için de bile yakın çevremde tanıdığım tüm yaşlıları ilk geldiğim günlerde bir de gideceğim günlerde ziyaret etmeyi çok önemserdim. Tabi ki bu ziyaretlerde annemin yönlendirmesinin payı da yok değil. İyi ki de annem çocukluğum da bana bu duyguyu yaşatmış. Halen bu ziyaretleri çok önemser ve gerçekleştirmeye gayret ederim. Yaşlıları, hayat hikayelerini dinlemeyi çok severim.
Hüseyin dedemin Kurtuluş savaşı yıllarında Yunanlılara karşı cephedeki savaş anılarını yıllarca dinledim. Dedem o günleri anlattıkça yüz şekli değişiyor, vücudu dikleşiyor, sesi daha gür çıkıyordu. Normal zamanlarda sağlığı ile ilgili sürekli şikayetini dile getirirken, anılarını anlatırken dinçleşiyor, şikayetleri yok oluyordu. Ziyaretçisi olduğu günlerde sağlığı daha iyiydi.
Aslında hayatta sürekli pozitif bir alış- veriş içinde olmamız karşılıklı olarak hepimize fayda sağlıyor. Dedemin anlattıklarından ben; tarih kitaplarında yazmayan, cephede bazen aç, bazen susuz, arada bir tas tarhana çorbası bulabilirlerse kendilerini ziyafet sofrasında sayan, yüreklerinde vatanın kurtuluşundan başka bir duygu barındırmayan ölümsüz insanların hikayelerini dinleyerek, koca bir tarih kitabı okumuş kadar oluyor bilgileniyordum. Dedem ise genç, dinç ve enerjisinin yüksek olduğu ve birçok halkın başaramadığı imkansız bir başarıyı sağlamanın verdiği gururla o günlere dönüyor sosyalleşiyor, sağlığına katkı sağlıyordu.
Planlama yaparken arşivden faydalanmak çok önemlidir. Geçmişte ne, ne zaman, nasıl, kim, nerede, ne kadar gibi soruları arşiv kayıtlarından almak yarının planlamasında çok önemli bir veridir. Yaşlılarımızı da ben, yaşayan arşiv olarak değerlendirir onların geçmiş bilgilerinden faydalanmayı çok önemserim. Yaşlılarımızın günümüz şartları ile geçmiş verileri karşılaştırarak yaptıkları yorumları ayrıca çok kıymetli bulurum. Planlamalarımda mutlaka bu yorumları değerlendirir, kullanırım.
Her çocuk yaz tatilini daha iyi şartlarda geçirmek isterken, ben daha ilkokuldayken bile tatillerde Asput’da yaşayan yaşlı yakınlarımızın yanında geçirmeyi çok severdim. Oysa orada elektrik yoktu, aydınlatma için gaz lambası kullanılırdı. Evlerde su yok; yaklaşık bir km uzaklıktaki pınardan yirmi litrelik bakır güğümlerle su getirir, bulaşıkları evin önündeki arıktan akan suda yıkar, çamaşırları köyün kızları ile köyün çamaşırhanesinde yıkardık. Üzümü, inciri, narı, kayısıyı dalından koparıp yemeyi çocukluğumdan bu yana çok severim. Domatesi teğinden kopardığım an ki o serin kokusu, her elime domates alışta aklıma gelir. Çiğ patlıcanın tadını ilk orada öğrendim. İncir toplamanın zor olduğunu, incir dalının kırılgan olduğunu ve fazla uca gidilmemesi gerektiğini, yılanların incir ağacını kendilerini iyi kamufle ettiği için çok sevdiğini, sebzeleri sularken suyun yavaş akması gerektiği gibi yaşama dair pek çok şey için bir okuldu Asput’daki iki yaşlı insan ile birlikte yaşamak benim için.
Öğrenmenin en etkili yollarından birinin de deneyimlemek olduğunu ve çocukları hayata hazırlamanın, bilmeseler de yapabileceklerine ilişkin özgüven vermenin önemini daha o yıllarda o iki yaşlıdan öğrendim. Mustafa amca çok titiz, heybetli, çevredeki insanların saygı duyduğu, çok asil bir insandı. Ben onu hep Atatürk’e benzetirdim. Yüz hatları, bakışları, bilen, öğreten, karşısındayken bir şey söylemese bile hep saygı duyulması gereken bir öğretmen duruşu vardı onda. Sinirlendiği zaman yüz kasları seğrir, bakışları sertleşirdi, ama hiç kırıcı bir söz söylediğini hatırlamıyorum.
Mustafa amcanın eşi Şadiye teyze; yaşlılıktan dolayı bükülmüş beline rağmen, bahçede her türlü sebzeyi yetiştirir, meyve ağaçlarını sular, yapı ustası Mustafa amcanın kendisinin yaptığı kocaman bir salonu, üç oda bir mutfaktan oluşan taş evin her türlü işini görürdü. Tencerede ilk soğan kavurmayı, yemek yapmayı, ilk hamur açmayı, ekmek pişirmeyi ondan öğrendim. Mustafa amca bir gün Şadiye teyzeye, “Bugün yemeği Zeynep yapsın onun yemeğini yemek istiyorum” dedi. Her köylü kadın gibi Şadiye teyze de Mustafa amcadan biraz çekinirdi. Ama Mustafa amcanın yukarıdaki satırlarda da bahsettiğim gibi diğer insanlardan biraz daha fazla saygı ve çekinilecek duruşundan dolayı Şadiye teyze, “Ama o hiç yapmadı ki” demesine rağmen talimatı almıştı, görev benimdi. Şadiye teyzenin tarifi ile ilk kabak yemeği pişirmiştim. Önüne getirdiğimde Mustafa amca eksik bir şey bulacak diye çok korkmuştum. Elbette yemeğin çok eksiği vardı, mesela tuz istedi. Beni de sofraya oturttu ve yemeğin çok güzel olduğunu söylerken beni hem överek hem de küçük yapıcı eleştirilerle eksiklerimi söyleyerek üçümüz yemeğimizi yedik. Oraya gittiğimde artık yemekleri genellikle ben yapıyordum. Orası benim için gerçek bir okul olmuştu.
Yine bir yaz tatili ama daha küçük yaştayım. Tam olarak emin olamasam da sanırım on yaş civarındayım. Dayımlar Mersin’de yaşıyorlar ve ara ara Asput mahallesinde oturan kayınvalide ve kayınpederini ziyarete geliyorlar. Birde arkası kasalı skoda tipi arabaları vardı. Aracın içi ancak 3-4 kişilikti. Gitmeden mutlaka bize de uğrar sonra Asput’a giderlerdi. Dayımlar bir Asput ziyareti sırasında yine bize uğradılar biraz oturdular. Onlar kalkarken ben de onlarla gitmek istedim. Belki de araçta yer olmadığı içindi bilemiyorum, beni almadan onlar yola çıktı. Oysa oraya gitmek benim için çok önemliydi.
Daha önceden de teyzemler ve yakınlarımızla oraya yürüyerek defalarca gitmiştim. Yine gidebilirdim, ama bu sefer tek başıma. Hiç kimseye haber vermeden ara yollara girmeden, susadıkça yollarda ki arklardan su içerek Asput’a ulaştığımda herkes evde sofrada oturmuş yemek yiyordu. Bana herkes çok kızdı ve ceza olarak da dönüş yolculuğunu aracın kasasında yaptırdılar.
Ben hem aile olarak hem de büyüdüğümüz dönem ve çevre olarak şanslı bir çocukluk geçirdim. Hiçbir şey önümüze hazır olarak sunulmadı, hep emek verdik, hep hak ettik. Hiçbir şeyi ezbere yapmadık, deneyimlerle öğrendik. Ailemiz yakın çevremiz bize sadece yemek vermedi yemeği yapmayı öğretti. Zorlukların üstesinden gelmeyi öğrendik. Bize güvendiler biz de bunu karşılıksız bırakmadık.
Bazıları bazı durumlarda ne kadar safsın diye eleştirirler. İyi ki de safım, doğayı, hayvanları, insanları seviyorum. Kini, nefreti, bencilliği öğretmedi bizi büyütenler.
Zülfü Livaneli insanlık ve insan sevgisi konusunda o kadar çok şey söylemiş ve yazmış ki! Bu sözlerden biri ile bitirmek istiyorum.
“Hiçbir başarı küçük bir kız çocuğunun gülüşündeki mutluluğu yaratamaz. Hiçbir ün baharın ilk günlerinde omuzunuzu ısıtan güneş kadar değerli değil. Bir insanı sevmenin derinliği, hiçbir iktidarla kıyaslanamaz.”

İlginizi çekebilir

TÜRKMEN ŞENLİKLERİ 1977

TÜRKMEN ŞENLİKLERİ 1977

Tema Tasarım | Osgaka.com